PERSEPOLİS
Büyük Pers İmparatorluğu’nun merkezi, Akamenidlerin tören merkezi olan Persepolis kenti (Yunancada Pers ülkesinin başşehri) Şiraz’ın 60 km. kadar dışındadır. İranlılar bu tarihi yere Farsçada Taht-ı Cemşid (Cemşid’in tahtı) ismini vermişler. Bu büyük yerleşim yerinin ancak gerçek bir İranlı kültüre ait olması gerektiğini düşünerek, mitolojik İran kahramanı olan Cemşid’in tahtı olması gerektiğine hükmetmişler !
Antik İran hakkındaki en önemli bilgiler, o dönemden kalan saraylar, sarayların salonları, hazine dairesi, gibi taş oyma sanatıyla yapılmış eserlerin üstlerindeki yazıtlardan elde ediliyor. Pers krallarının en büyüklerinden Birinci Darius ve ondan sonra gelen Artaxerkes, Xerkes, Kurus gibi hükümdarlar bu geleneği sürdürerek büyük eserler yaratmışlardır. Persepolis’teki bu dev şehir-saray, Akamenid imparatorlarının yazlık sarayı ve tören alanı olarak yapılmış.
Persepolis’in Birinci Darius zamanında ve M.Ö. 521 yılında yapılmaya başlandığı ve 150 yıl süren çalışmalarla tamamlandığı tahmin ediliyor. Yapılan araştırmalarda o dönemin büyük uygarlıkları olan Suşa, Babil ve Ekbatan’daki şehir devletlerinden gelen resmi ziyaretçilerin şimdiki Nevruz ile aynı zamana rastlayan Noruz isimli dönemde, krala çeşitli hediyeler getirdikleri ve krala saygılarını sundukları biliniyor. Persepolisin tüm alanı 125 bin m2 ve ana teras, 450 x 300 metre boyutlarındadır.
Persepolis, uzun bir dönem “altın çağ” yaşadıktan sonra, MÖ. 330 yılında Makedonyalı Büyük İskender şehri ele geçirip yakıp yıkmıştır. Zerdüştlük dinini yasaklamış, topladığı bütün Avesta kitaplarını yaktırmıştır.
Persepolis antik kenti Kuh-i Rahmet (Rahmet Dağı) isimli bir tepeye arkasını yaslamış durumda kurulmuş. Kente giriş kapısı, merdivenli bir girişle “Gate of All Nations” (Tüm milletlerin giriş kapısı) na çıkıyor. Bu platformun altında bulunan su kanallarının uzunluğu yaklaşık 1.5 kilometre ve içinde bir insan yürüyecek kadar geniştir.
Kentin içindeki bütün binaların temelleri , sütunları ve pencerelerinin taştan yapılmış olduğu kesin. Çatılarının ahşap ve duvarlarının ise tuğla olduğu tahmin ediliyor. Ahşap düzeylerin yüzyıllara dayanamayacağı bir gerçek olduğundan, Büyük İskender’in yaptığı yıkım olmasaydı bile bu kentin günümüze kadar sağlam olarak ulaşması pek mümkün olmayacaktı.
Basamaklar / Merdivenler
Kentin en az zarar görmüş, sağlam ve özgün halde kalmış olan bu basamaklar, yedişer metre uzunlukta ve taştan oymadır. Her bir taş blok, oyularak üzerine beşer basamak yapılmış daha sonra bunlar yerleştirilerek 40 kadar basamak elde edilmiştir. Basamakların dizilişi L şeklindedir. Basamak yükseklikleri öyle iyi ayarlanmıştı ki önemli ziyaretçiler atlarıyla burayı rahatça tırmanabiliyorlardı. Merdivenlerin en üstüne çıkıldığında Tüm Milletlerin Kapısından geçmeden önce trompetçilerin bulunduğu avluya çıkılıyordu. Önemli ziyaretçilerin gelişi borular çalınarak buradan duyurulurdu.
Tüm Milletler Kapısı
Bu kapı 1. Xerkes zamanında yapılmıştır ve büyük kütleli yapısıyla çok etkileyicidir. Kapıdan geçildiğinde dört ayrı yöne gidilebilir. Batı yönüne gidildiğinde ana saraya girilirdi. Bu girişin iki tarafına dev boyutlarda boğa heykelleri yerleştirilmişti. Boğa sembolü, o dönemlerde kralı ve kralın gücünü temsil ederdi. Dört yönden hangisine gidilirse gidilsin taş sütunlarla destekli koridorlarla karşılaşılırdı. Duvarları hurma dallarıyla süslenmiş olan bu koridorlardan biri 100 Sütunlu Salona gitmeden önce ziyaretçilerin bekletildiği yere açılırdı. Koridorların duvarları tuğla örülüydü, bu sayede Apadana Sarayını ve özel yaşam yerlerini önceden görmek mümkün olmazdı. Bu duvarların sadece alt kısımları günümüze kalabilmiştir.
Apadana Sarayı
Güney kapısına doğru yaklaşırken Kral Darius’un halkı huzuruna kabul ettiği ve gümüş ve altın işlemeli süsleri olan Apadana Sarayına ulaşılır. Bu sarayın çatısı 36 sütunla desteklenmiştir ve 20 metre yüksekliğindedir. Bu sütunlardan 13 tanesi günümüze kadar gelebilmiştir fakat sütun başlıklarındaki boğa şekilleri yok olmuştur.
Apadana Merdivenleri
Bu merdivenlerin dayandığı paneller ve üzerlerindeki rölyefler (taş üzerine kabartma sanatı) çok iyi korunmuş durumdadır. Rölyeflerde dini içerikli semboller ve Yeni Yıl (Nevruz) kutlamaları anlatılmaktadır. Buradaki çivi yazılarında Elamca, Babil’ce ve Eski Farsça dilleri kullanılmıştır.
Bu merdivenleri üç bölümde incelemek gerekir. Kuzeydeki panel, Perslerin ve Medlerin saraya kabul edilmelerini gösterir. Güneydeki panelde başka çeşitli milletlerin saraya kabulleri resimlerle anlatılmıştır.
Ortadaki merdivenlerin kuzey ucundan tırmanmaya başlayın (Apadana sarayına yüzünüzü döndüğünüzde orta merdivenin sağ köşesinden) ve kuzeye doğru giden basamakları çıkmaya başlarken Nevruz kabulünün başladığı anı hayal edin. Kralı ziyarete gelen bütün gruplar, kraliyet muhafızları tarafından yönetiliyor.
O zamanlar, kraliyet muhafızlarının ölümsüz olduklarına inanılırdı, sayıları hiçbir zaman 10 binin altına inmezdi. Muhafızların arkasından üst sınıftaki kraliyet ailesi gelirdi. Bunların yanında iki ayrı alt sınıf bulunurdu. Bunlar Persler (tüy başlıklılar) ve Medler (yuvarlak takkeliler)di. Merdivenlerin güney ucunda ise Bütün Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan değişik milletlerin, devletlerin ve toplulukların temsilcileri ikişerli sıra halinde yukarı doğru yürürlerdi.
Her bir temsilci grubundan sonra sembolik Hayat Ağacı taşınırdı. İmparatorlukta yaşayan değişik milletlerin birbirinden farklı giyimleri, saç stilleri ve kültürleri bu sunum sırasında bir arada görülebilirdi.
Kışlık Saray
Apadana’nın güneyindeki sarayın kazı çalışmaları henüz tamamlanmamıştır. Darius’un Tachara’sı (Kışlık Sarayı) diye bilinen bu mekan, güney girişindeki 3 dilde hazırlanmış yazıtlara göre Apadana’dan 2 metre kadar yüksekte olacak şekilde inşa edilmişti. Persepoliste sadece bu binanın pencereleri ovanın güney bölümüne bakıyordu. Bu sarayın yapımına Darius başlamış ve Xerxes tarafından bitirilmiştir. Saraydaki sütunlar taştan değil ahşaptandı. Girişlerin ve pencerelerin ince işçiliği bugüne kadar gelebilen parçalarda açıkça görülmektedir.
100 Sütunlu Saray
Persepoliste bulunan en büyük kalıntı burasıdır. 70 m x 70 m boyutlarındaki bu salona girmeden önce ziyaretçiler ana salonun karşısındaki dört sütunlu küçük salonda bekletilir ve 100 sütunlu saraya iki boğa heykelinin arasından girerlerdi. Giriş kapısında sıra askerler beklerdi. Kral, tütsülerle çevrili bir durumda oturur, etrafında maiyeti ve hazineden sorumlu bakanıyla beklerdi. Kral hediyeleri getirenleri ödüllendirirken, Krala daha önce verilmiş olan dilekçeler de bu sırada cevaplandırılırdı. Bir sonraki delegasyon gelmeden önce getirilen hediyeler güney kapısından çıkartılarak hazineye götürülürdü. Delegeler / temsilciler geldikleri yollardan ülkelerine dönmeden önce kayıt bürosuna kaydedilirdi. Bu bilgileri içeren çivi yazılı 3.500 kadar kil tablet, günümüze kadar korunabilmiştir.
Artaxerxes’in mezarı
Persepolis'in hemen arkasındaki tepede 2. Artaxerxes’in mezarı bulunur. Buradan şehrin görünüşü çok daha belirgindir. Kral ve eşinin defnedildiği taş mezarın üst kabartmasında, Kral ve Ahura Mazda resmedilmiş. Bulunduğu yüksek tepede taştan oyma yoluyla elde edilmiş bu pano-resim, 2 bin yıldan beri zamana meydan okurcasına orada duruyor. Dönemin Zerdüşt inancı buraları çoktan terketmiş ama bu inancı hala gururla temsil ediyor gibi.
Nakş-ı Rüstem
4 büyük Akamenid kralının mezarları, sağdan sola doğru; Xerkes, Büyük Darius, I. Artaxerkes ve II. Darius’a aittir. Büyük Dairus’un mezarı diğerlerinden daha büyük ve daha iyi korunmuş durumdadır. Bu mezara doğru baktığınızda göreceğiniz doğan güneş sembolü, bağımsızlığı sembolize etmekte, ve yanında kutsal ateşin yandığı bir tapınak görülmektedir. Darius’un başının üzerinde koruyucu melek “Forouhar” havada asılı durmaktadır.
Kraliyet tahtı iki sıralı dizilmiş toplam 14 kişi tarafından taşınmaktadır. Bunlar Akamenid imparatorluğunda yaşayan 14 değişik toplumu temsil ediyor. Her bir taşıyıcının üzerindeki çivi yazısında Bu bir Part, bu bir Sattagid... vs. şeklinde ait olduğu toplum yazılıdır. Girişin iki yanındaki yazıtlarda Babil ve Elam dillerinde Zerdüşt tanrısı Ahura Mazda’ya saygı ifade eden sözler yazılıdır. Bu mezarların aslında birer mağara oldukları ve çevreleri düzenlenerek kral mezarı haline getirildiği sanılmaktadır.
İranlılar ulusal destanları olan şehname ’deki kahramanları Zaloğlu Rüstem’in bu kayalığı kendi gücüyle yonttuğunu düşündükleri için buraya Nakş-ı Rüstem ismini vermişlerdir.
Nakş-ı Recep
Nakş-ı Rüstem bölgesine kadar gelmişken, buraya çok yakın, bir başka tarihi bölgeyi görmeden gitmeyin. Burası da Şiraz - İsfahan anayolu üzerinde, yolun birkaç yüz metre dışındadır. Nakş-ı Recep’te de Sasanilerden kalma 4 büyük taş oyma rölyef bulunur. Bunlar o dönemin Sasani kralları 1. Ardeşir (Artaxerkes) ve Büyük Shapur’a aittir.
Pasargad
Akamenid imparatoru Birinci Darius’un mezarı burasıdır. 2 bin yıldan fazla süre geçtiği halde sağlam kalabilmesi çok şaşırtıcı olan bu mezarda kral Darius ve eşi yatmaktadır. Mezarın yanında eski şehrin kalıntıları bulunur.
Persepolis kurulana kadar, yani Kurus’un hükümdarlığı bitene kadar Pasargad, imparatorluğun askeri merkezi gibiydi. Pasargad kelime anlamı olarak “Perslerin Kampı” demektir.
İlk saraydan kalan kalıntılarda öncelikle “Kabul Salonu” görülür. Girişteki ince ve tek başına kalmış sütundan bunu anlayabilirsiniz. Öbür sütunlar parçalanmış ve etrafa dağılmış durumdadır. Binanın kırık parçalarından birçoğu başka duvarlar yapılmak için kullanılmış durumda.
Biraz ileride Kurus dikilitaşı isminde bir taş sütun göreceksiniz. Bu sütunun üzerinde gene üç dilde çivi yazısıyla kazınmış “Akamenid Kralı Kurus” ibaresi görünür. Sütunun üzerindeki kabartma resimde dört kanatlı koruyucu cin, kafasında Mısırlı figürlere benzeyen bir süs bulunmaktadır.
Sarayın ana girişinde Ziyaretçiler Salonu ve Süleyman’ın Zindanı (Zendan-e Solomon) isimli bir tapınak yıkıntısı göreceksiniz. Biraz yüksekçe bir yere yapılmış olan taş platform, Süleyman’ın Annesinin Tahtı (Takht-e Madar-e Soleiman) olarak bilinir. Buradaki taştan iki alınlık eski tapınaktaki kutsal bölümde olduğunuzu gösteriyor. Buradaki yerel inanışa göre Pasargad kentinde yaşayanlar, Arap işgalciler bölgeye geldiklerinde buraya zarar vermemeleri için yıkıntıların gerçek Pers isimlerini değiştirerek İslami inanışlara uygun isimler koymuşlardır.
Ziyaretçiler Sarayında ve Kuruş’un Özel sarayındaki çivi yazılarında “Ben Kuruş, Akamenid’lerin kralı” yazıları rahatça okunmaktadır.